KÜLPERİSİ
sitede internette

Nefes...




Yalnızlığın hikayesi işte bu. Küçücük, korkmuş, tedirgin, yalnız ama tüm bunlara rağmen –kendisine rağmen- güçlü görünmeye-durmaya- çalışan küçücük bir kız çocuğunun hikayesi …

Karanlıktan da korkardım ben yalnızlıktan korktuğum kadar. Şimşeklerden, gök gürültülerinden ve daha bir sürü çocukça şeyden de korkardım. O zamanlar çok daha büyük korkular beni derinlerde korkuturken, yüzeydeki her türlü korku izini siliyordum bir bir. Yaşadıklarımın ne olduğunu kavrayamıyor, anlam veremiyor ama iç sesimle sürekli kavga ederek korkularımı red ediyordum. Kabullenseydim korktuğumu ve güçlü görünmeye çalışmak yerine tüm güçsüzlüğümü gösterseydim… Öyle işte…



Vakit henüz çok erkendi ve bar daha açılmamıştı bile. Bir süre şehrimin sokaklarında dolandım durdum. Başım, bu kovalamacadan dönünce arabayı otoparka bıraktım. Kendi gölgemden kaçma çabam bu kez yaya sürüyordu. Upuzun caddenin her sokağına öylesine girip çıkıyor, beni öldürmeye çalıştığını düşündüğüm zamanı fütursuzca ben öldürüyordum. ( Sen öyle sanıyordun. Zaman seni hep öldürdü ve her raunda o 1-0 önde başladı.)

Nihayet bar açılmıştı. Sağıma soluma hiç bakmadan, gidip her zaman ki gibi en karanlık, en kuytu, en yalnız köşeye geçtim. Bar dediğime bakmayın siz. Şehrimin en gözde mekanlarından biriydi burası. Denize karşı akşamları canlı müzik eşliğinde yemek yiyip bir iki çift laf edebileceğiniz ama gecenin ilerleyen saatlerinde de coşabileceğiniz türden yerlerdendi aynı zamanda da.

Midem yanmaya başlayınca, o saate kadar hiçbir şey yemediğimin ve sadece kahve içtiğimin farkına vardım. Bir iki aperatif söyledim kendime. Karnım biraz doyup, midemin yanması geçince fark ettim ki; Cem içeri girdiğim ilk andan beri orada beni bekliyordu. Ne yaptığımı, hareketlerimi, yüzümdeki ifadeyi bir bir anlatmıştı daha sonra. Önümdeki kadehten aldığım ilk yudumdan sonra bardağı elimden bırakırken göz göze geldik. Yüzümdeki şaşkınlığı o an nasıl sileceğimi bilemedim.

Onu gördüğümü fark edince, oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Bir sürü özür içeren ve onu affetmem için süslü cümleler kuracağını düşünürken karşılaştığım davranış şekline hiç alışık değildim.( Şaşkınlık ve hoşlanma arasında gidip gelen duygularını ne diye bastırdığını ve neden bu kadar acımasız olduğunu hiç anlamadım ki ben senin)

Ne selam ne sabah. Kolumdan sertçe tuttu ve “yürü hadi” dedi. Kendimden hiç beklemediğim şekilde uydum bu emre.( hııııı anlık bir boşluktu o) “Hesap” diyebildim sadece kendim bile duyamadığım bir tonla. “Hallettim ben yürü” dedi. O an, yapmak istediğim tek şeyin peşinden usulca gitmek, hiç sesimi çıkarmamak ve bana baktığı ilk anda boynuna atılıp saatlerce ağlamak istediğim olduğunu fark ettim. ( Keşke yapabilseydin bunu. Keşke tutunabilseydin ona. Zırhını ne ara çantandan çıkarıp giydiğini, sana bu denli yakın olan ben bile fark edemedim. Gerçi Cem sana çok da uygun biri değildi. Kim bilir belki o, senden çok daha yaralı ve sana, senin ona olandan çok daha ihtiyacı olan bi adamdı. Belki de bunu ben göremedim de sen gördün. Beni giderek sorulara boğuyorsun.)

Arabasını neredeyse kapının önüne park etmişti. Beni ön koltuğa oturtup kapıyı kaparken,  sanki kaçacakmışım da korkuyor edası vardı. Karşımdaki insanın korkularını ve tedirginliklerini hissettiğim zaman canavarlaşıyordum resmen. Yine de o an hırçınlaşacak kadar kuvvetli değildim. Uzun süre ikimizde konuşmadık. Zaten benim de konuşmaya hiç niyetim yoktu. Bu sinir harbinin, bu soğuk savaşın nereye varacağı daha çok ilgimi çekiyordu. Bir süre gittikten sonra denize en yakın yere yanaştı. Arabadan indi ve sürükler gibi beni de çıkardı. Eli kolumu o kadar çok sıkıyordu ki canım yanınca ittirdim. “Kes artık” dedim. Fitili ilk ateşleyen yine ben oldum. Öyle bir bağırmaya başladı ki sadece izledim onu. “Nesin sen ? Kimsin ? Kim şımarttı seni bu kadar? Nasıl ulaşacaktım sana? O kalın kafan hiç mi düşünemedi bazı şeyleri. Bu kadar öfkeleneceğine, kendi kendine hikayeler yazacağına, sana not bıraktığım çocuğa bağırıp çağıracağına bi dinleseydin. İnsan gibi bi sorsaydın ne kaybedecektin?” Habire bağırıyordu. Bir yerden sonra duymamaya başladım. Tepkisiz, soğuk, şaşkın bakışlarım geziyordu üzerinde. Söylendi söylendi söylendi…

Onu dinlemediğimi anladığı zaman sustu. Gözleri kocaman, kirpikleri upuzun ve kendine çok yakışan çilleri vardı. Kıpkırmızı olmuştu yüzü. Benden uzundu. Spor yaptığı her halinden belliydi ve çok özenli giyinmişti. Ona hiç söylemedim ama çok da güzel kokuyordu. Hep öyle koktu. Kokusu bana hep huzur verdi. Hiç bilmedi bir tek onun yanında korkmadığımı. Hiç bilmedi huzurla kokladığımı onu. Ondan bana bulaşan sevgiyi yüzlerce kere silmeye çalıştım ama beceremedim. Ozan’ dan sonra yürüyemeyeceğimi, nefes bile alamadığımı zannederken, Cem’e karşı bu hissettiklerim ihanet ediyormuşum hissi yarattı içimde. Kaçtım….

“Bitti mi?” dedim. Yüzüme baktı sadece kocaman gözleriyle. Bu boşvermişliğim ve aldırmazlığıma ne sebep bulamıyordu ne de isim koyabiliyordu biliyordum. Çaresizce iki yana açtı ellerini. Aşıktı görüyordum. ( Kaç dedin yine. Kaç, uzaklaş benden.) Avuçlarımın içinde sıkacaktım kocaman yüreğini biliyordum. “Doymadım ben daha. Kokoreç sever misin sen ?” Sonra anlattı bana, hayatımda hiç bu kadar sevimli bi bakış görmemiştim diye. Kocaman gözlerine kocaman bir de gülümseme ekledi. “Delisin sen! Hadi yürü bildiğim harika bi yer var bayılacaksın”

Bir kuş kadar hafiftim arabaya binerken. Aylardır içimi kasıp kavuran ateşi gözleriyle söndürüyordu. Sakindi. Olumlu, uyumlu, mantıklı… İstanbulda Kamu yönetimi okumuş, iyi derecede Fransızca ve İngilizce bilen çok zeki bir adamdı. Ailesine ait oteli yönetiyordu. Aile kavramı onun için, bana oranla çok daha farklı şeyler ifade ediyordu. Belki de sırf bu yüzden saatlerce onu dinlerdim. “Bana bir masal anlat baba” der gibi…

Çok güzel bir geceydi. Birlikte çok salaş bir yerde kokoreç yedik. Biralarımızı alıp, sahilde ay’a karşı şerefe dedik. Çok uzun zamandır kulaklarıma gelmeyen kahkahalarımı yeniden duydum. Kendini anlattı bana. Çocukluk hatıralarını, üniversite yıllarını, işini… Hiç soru sormadı. Beni ürkütmekten, kaçmamdan korktuğu her halinden belliydi. Farkında mıydı hala bilmiyorum ama bu davranışı beni ona bağladı.

Gece yarısını geçiyordu vakit. “Hadi” dedi. “Bu gece her şeyi konuşursak yarına ne kalacak? “ Yüzümdeki kocaman gülümseme silindi. “Tamam” dedim. “Arabama bırak beni” “ Deli olma” dedi. “Seni bu saatte geri döneceğinden emin olmayarak nasıl bırakırım? Benimle geleceksin ve ben evine girdiğinden emin olacağım.”  “Ama arabam ?” dedim. “Yarın gelir alırız. Hem bu kez sen bana kokoreç ısmarlarsın.” İçimdeki bu sessiz boyun eğişdeki sebebi hiç sorgulamadım. Yol boyunca bana fıkralar anlattı. Ve ben o yolun bitmesini hiç istemedim…

0 yorum:

Yorum Gönder

 

W3C Validations

Cum sociis natoque penatibus et magnis dis parturient montes, nascetur ridiculus mus. Morbi dapibus dolor sit amet metus suscipit iaculis. Quisque at nulla eu elit adipiscing tempor.

Usage Policies