KÜLPERİSİ
sitede internette

Tutamıyorum Zamanı...


“Yüreğine hiç beni koyup sarhoş oldun mu sen? Kaderine boyun eğip dünle  küstün mü sen? Yüreğine cayır cayır kor çile saçıp, göz göre korku saklayıp boğazına gömülüp sustun mu hiç? Kal. Gittiğin yerde mutlu o.. Ya da gel. Kalbimde tahta sahip ol. Senin gülen yüzüne kurban bu serseri kalbim. Ama karar ver tutamıyorum zamanı….”
….
Yolun bitmesini hiç istemedim ama ben ne istersem oldu ki? Yol bitti. Yollarım bitti. Teslimiyetle karşı koyma arasında gittim geldim saatlerce… İçimdeki  kime karşı olduğunu bildiğim halde bilmediğimi savunan öfkeli ve serseri yanımla; bu kadar erken çağlarda, bu kadar yorgun ve kendisine sakin bir liman arayan yanım savaşıp durdu. Artık sıradanlaşmaya başlayan günle geceyi karıştırma halim giderek beter ve can sıkıcı bir hale gelmeye başladı. Rahatsız, huzursuz ve bir o kadar da yalnızdım…

Nasıl bir savaştı bu? Nasıl bir çelişki? Nasıl bir yalnızlık? Olumsuzluklara her zaman gülüp geçen çilli küçük yüzüm soluyor artık. Giderek seyrekleşen gülümseme anlarına sahibim. Bana Cem’den uzanan zayıf ama yeşermeye hazır dalları kırmamak için çabaladıkça, o dalları tutmama engel olacağını bildiğim yanım arasındayım. Bırakmamak için sımsıkı tutarken avuçlarımın içinde kırıldıklarını çok sonra fark ettim. Artık ne Cem’in uzatacağı bir dal kaldığı ne de benim elimi uzatacak yüzüm kalmadığı bir an’da…

Ne gecenin bittiğini fark ettim ne de sabahın olduğunu… Bu iyi bir şey miydi bilmiyorum. Ama savaşıyordum. Cem’i kaybetmemek için savaşıyordum. Üstelik yabancı biride değildi düşmanım. Kendimle kendim için savaşıyordum. Makul bir saat olsun diye zor sabrettim. Sanırım 9 falandı telefonu elime aldığımda. Cem; evde ailesiyle değil, otelde kalıyordu. Oteli aradım ve odasına bağlandım. Teflon 3 ya da 4 kere çaldı. Ama ben o kadar kısacık zaman diliminde yüzlerce kez telefonu kapama hissi yaşadım. Henüz uyuduğu sesinin her tınısından belli oluyordu. “Efendim” dedi esneyerek. Kendi ağzımdan çıkan sesimin cıvıltısına nasıl şaşırdığımı ve ürktüğümü anlatamam….

O’nu arayıp “günaydın, hadi kalk gidelim” demem onu nasıl mutlu etmişti… Yaklaşık bir saat sonra şehrime giden otobüsün içinde yan yana oturuyorduk. Yol boyunca yine beni güldürdü durdu. O anlattıkça iyileşiyordum. Aylardır uykuyla kavgalı olan gözlerim, beynim, yüreğim her şeyim onun sesindeki dinginlikle uykuya teslim oluyordu. Otogar’ a geldiğimizde usulca “hey uykucu geldik uyan hadi” diyen sesiyle uyandım. Yüzyıllardır uyuyan bir prenses kadar masum, huzurlu ve dingindim….

O’nun yanındaki hissettiğim bu huzur ne olurdu hiç bitmeseydi? (Bitirmeseydin o zaman.O aptal öfkene, o aptal “canan’a” olan zaafın, babana duyduğun özlem ve kırgınlık yüzünden hem kendini hem de onu savurdun yitirdin…)

Bir gece önce bıraktığımız yerden arabamı aldık. Anahtarları istediği zaman hiç huysuzluk etmedim. “Ben” dedi “Bir kurt kadar açım ve seni öyle güzel bir yere götüreceğim ki bayılacaksın”. “Tamam” dedim. “Hadi göster bakalım hünerlerini”. Şehrin diğer ucundaki sahile götürdü beni. Hayatım boyunca yaptığım en keyifli kahvaltılarından biri oldu o kahvaltı. Kahvaltıdan sonra sahilde uzun uzun yürüdük ve o yine bana sürekli anlattı. Hiçbir şey düşünemiyordum onunlayken. Ne yalnızlığımı, ne öfkemi, ne de ettiğim yeminleri…

Hayatımda ki ilk nargileyi onunla birlikte içtim. Ben içime çektiğim dumanla cebelleşirken o kahkahalarla kendinden geçiyordu. Elini yanağıma değdirdi ve orada öylece kaldı. “Sen” dedi “Sen, göründüğün bu şeytan olamazsın”. Sustu. O sustukça kulaklarımda çınladı sesi….”Sen, göründüğün bu şeytan olamazsın…..”

0 yorum:

Yorum Gönder

 

W3C Validations

Cum sociis natoque penatibus et magnis dis parturient montes, nascetur ridiculus mus. Morbi dapibus dolor sit amet metus suscipit iaculis. Quisque at nulla eu elit adipiscing tempor.

Usage Policies