KÜLPERİSİ
sitede internette

Nasıldı masalın başı?


Unutmak insanın içinde kocaman bir boşluk yaratır. Eğer o boşluğu dolduracak bir şey hazırlamadıysanız, yine o boşluk içinde kaybolup gidersiniz. Unuttum demek aslında o boşluğun karanlık dehlizlerinde kayboluşun başlangıcıdır. Sonun başlangıcı…

Hiç rahat/geniş bir insan olamadım. Her şeyi planlamak, sıraya koymak, tek başıma hemen hemen her şeyin üstesinden gelebilirim düşüncesiyle yoğurdum kendimi. Hayata hep müdahale edebileceğim saçmalığına o denli alıştırdım ki kendimi; içinde bulunduğum an’a nasıl geldiğimi “unuttum”…

Unutmak? Unutmanın yaratacağı boşluğu dolduracak olanı belirlemeden unutmak… Dikkat ettim de ben kendimi anlatmayı da doğru düzgün beceremiyorum. Öyle kendini denize hesapsızca atıveren bir balık gibiyim. Ya da damdan kendini boşluğa bırakan küçücük bir serçe kuşu gibi… Yüzebilecek miyim? Uçabilecek miyim ? Hiç hesaplamadan, umarsızca…

Elbette benim hayatım böyle acılı Adana kıvamında değildi. Ne yalnızdım, ne parasız nede savunmasız bir kız çocuğu gibi peydahlanıvermedim ben ortaya. Aksine; pek çoğunuzun imreneceği kadar harika bir hayatım vardı. Ama gel gör ki, hayata neyle ve nasıl başladığın değil; nasıl ve nerede devam ettiğin önemli…

Ülkenin en güzel kıyı şehrinde, en güzel ve varlıklı semtinde, oldukça varlıklı bir ailenin küçük kızıyım(dım) ben. Barbi bebeklerinin sayısını bile bilmeyen, kırmızı rugan ayakkabıları ve kabarık etekli pırıl pırıl elbiseli küçük bir prenses(tim). 20’li yaşlarıma kadar babamın (baba demek ne kadar kolaydır değil mi? Bir bebeğin ağzından şuursuzca ama ilk çıkan kelime… Ba-ba… Ba-ba… Oysa ne çok acıtıyor artık canımı bu kelime…) kucağında şen kahkahalar atan şımarık küçük bir prenses…

Sahilin iki sokak arkasındaki 4 katlı apartman dairesinin ilk katı idi evimiz. Hani Amerikan filmlerindeki geniş verandalı harkulade tek katlı evler vardır ya; tıpkı onlar gibiydi evimizin girişi. Verandadandı evin girişi. Kocaman geniş 3 basamaklı bir veranda. Sağında çadır gibi olmuş yasemin ağacı, solunda neredeyse tüm apartmanı sarmış büyüklükte bir Begonvil… Yasemin kokularıyla geçirdim çocukluğumu… Babam; 3 çocuklu bir ailenin tek ve ortanca oğluydu. Zor geçirilen bir çocukluk evresi de olsa mal varlığı henüz çok gençken ona hayatın tüm nimetlerini sunmuştu.

Şimdi kalkıpda taaa annemle babamın evlenme evrelerine kadar inecek değilim. Evlenmişler işte. Aşkla… Her akşam içilen 2 kadeh rakının günün birinde biz hiç hissetmeden aniden onu alkolik bir adama dönüştüreceğini hiç bilemedik. O rakısını içip, bize hikayeler anlatırken şen kahkahalarla gülüp eğlendik.

Şehrin en güzel semtinin en güzel okullarında liseye kadar gayet güzel tamamladım eğitimimi. Üniversite ise benim için liseden farksızdı. Aynı şehirde yine hem şehrin hem de ülkenin en güzel ve sayılı üniversitesinde tabiri caizse “adres belli olsun” zihniyetinde okudum. Benim için ne okuduğum bölümün önemi vardı ne de okuyor olmamın… Eğleniyordum ben. Şimdilerde “hayat sana güzel” söyleminin en güzel örneğiydim. Harika bir ailem, bol param ve üniversiteye başladığım için bana hediye edilen güzel bir de arabam vardı. Nerde akşam orda sabah değildim ama yine de oturaklı bir kız olmadım hiç …

“Canan” yani Ozan da benimle aynı bölümde idi. Daha okula ilk başladığım hafta farklı bölümden biriyle çıkmaya başlamıştım. İstanbullu ufak tefek bir çocuktu. Ama oldukça sıkıcı ve çocuk karakterli biriydi. Güçsüzlere karşı hiç tahammülüm yoktu ve neredeyse 2 hafta sonunda ayrıldık. Ozan… Karşıdan beni izler, durduk yere benimle inatlaşır ve hır çıkarırdı. Doğam gereği hiçbir lafın altında kalmaz onunla sürekli didişir dururdum. “Her aşk bir kavgayla başlar” diyen o aptal teoride  olduğu gibi çok geçmeden biz de deli gibi aşıktık… Benim gibi aynı şehirde yaşayan ancak normal gelir düzeyi olan bit ailenin tek erkek çocuğuydu. Annesi hastalık derecesinde ona düşkün ve nazlı bir kadındı. Halim selim ve sakin bir yapıya sahip babasına oranla, annesi tam bir cadalozdu. Ve beni hiçbir zaman benimseyip sevemedi…

Babamın giderek alkol oranını arttırmasını görüyor ama anlayamıyordum. Ailemizde hiç yüksek sesle konuşulmazken, yüksek ses boyutunu aşıp kavgaya dönüşen dialoglar giderek çoğalıyordu. Mal varlığımızın tükeniyor olduğunu ne babam bize söylüyordu ne de biz görüyorduk. Refah düzeyimiz ne kadar yüksek olursa olsun, burnu büyük ve şatafatlı bir hayatımız olmadı. Sadece yeterli düzeyden fazla paramız vardı ve o normlarda yaşıyorduk.

Çok sonraları öğrendim ki; babamın işleri iyi gitmemiş, zevk için her akşam içilen bir iki kadeh giderek kederden içilmeye, yalnızlığa, paylaşmamaya, ailesini korumak ve üzmemek adına kendine çekilmeye, borç batağına düşmeye doğru sürüklenmişti. Karakteri de değişti bu süre içersinde. Üzerimize titreyen o dev adam, giderek hırçınlaşmaya, kabalaşmaya ve bizlere el kaldırmaya başlayan, üstelik alkole artık kendini tamamen teslim etmiş bir adama dönüştü.

Artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Ablamın evlenmesine haftalar kala babam iyice zıvanadan çıktı. Ayık olduğu zamanlar hiç yok gibiydi. Üstelik annem de artık bizimle birlikte değildi. Hiç alışık olmadığı bu adam onu çok fazla hırpalamış ve o da kendince haklı sebeplerle babamdan boşanmıştı. Ama ablamın evliliği o kadar yakındı ki kısa süreli de olsa görüntüde bir barış imzaladılar ve yeniden birlikte yaşamaya başladılar. Ama sadece aynı çatı altında, giderek şiddeti artan huzursuzluk ve kaoslar içinde…

Yüzüm gülmüyordu eskisi kadar sık. Ozan hayatımın tek anlamı idi. Okula gitsem de derslere girmiyordum. Kafeteryada Ozanın dersten çıkmasını bekliyordum. Derse girmem için elinden geleni yapıyordu ama ben onu dinleyecek kadar huzurlu değildim. Hayatım ( o zaman öyle sanıyordum, oysa hala dingin günlerde idim) bir yaprak gibi savrulup gidiyor, her esintide şekli değişiyordu.

Babasının kucağından hiç inmeyen mutlu küçük prenses sıklıkla onunla kavga etmeye başlamış, o dev gibi adamın karşısında küçüldükçe küçülmüş, onu tanımakdan uzaklaşmıştı. Canı yanıyordu prensesin… Gel-gitler yaşıyordu. Huzursuzdu ve masal giderek sona yaklaşıyordu…


Baba demek ne kadar kolaydır değil mi? Bir bebeğin ağzından şuursuzca ama ilk çıkan kelime…Ba-ba… Ba-ba… Oysa ne çok acıtıyor artık canımı bu kelime…

2 yorum:

Vladimir dedi ki...

Anlatımın çok akıcı, sanki hiç efor harcamadan bir çırpıda anlatılmış gibi ama bütüne bakınca adım adım ilerlediği bu yazma şeklinin tesadüfi olmadığı gözüküyor. Yazı yazmaktan keyif aldığınız belli. Üslubunuzu beğendim. Sizi okumak hem keyifli.. Duyguları akatarbiliyorsunuz çünkü... Hem de hüzünlü.. Öyle bir noktada bıraktınız ki..

Mesut dedi ki...

hani sen anlatıyorsun ya , öylece camın arkasından izler gibiyim , yüreğim acıyor her satırında ,,,,

Yorum Gönder

 

W3C Validations

Cum sociis natoque penatibus et magnis dis parturient montes, nascetur ridiculus mus. Morbi dapibus dolor sit amet metus suscipit iaculis. Quisque at nulla eu elit adipiscing tempor.

Usage Policies